23 Kasım 2017 Perşembe

BİR BİLİM ADAMININ ROMANI

"Bir kitap okudum hayatım değişti" diyenlerdenseniz, 
OĞUZ ATAY'ın "BİR BİLİM ADAMININ ROMANI-Mustafa İnan" tam size göre.

Özellikle bilimle, felsefeyle, vicdanla ve Türkiye'nin yoksul tarihiyle ilgilenenler için olmazsa olmazlardan ve okunması gereken bir kitap. Hele de "gerçekten" akademisyen “iseniz” ya da "olmak" istiyorsanız.

Kitaptan bazı alıntılar:

·         "Kendi kendimi programlama çabaları." Her düşünenin ve bir merakla yaşayanın sürekli yaptığı bir iş mi "kendi kendini programlama?"
· İnsanın ölümsüz olması nasıl mümkün olabilir?        Ölümsüz olmanın iki yolu vardır: Evlat, eser
·         …eşsiz hocalığı, dalındaki bilimsel çalışmaları, çok sayıda genç araştırıcı ve bilim adamı yetiştirmek suretiyle modern anlamda bir ekol kurmuş olmasını dikkate alarak…
·         Çocukları Napolyon ya da Büyük İskender olmaya özendireceklerine neden bir Pascal olmaya özendirmezler?·         
Akademisyenliğin temel ilkesi: Öğrencilikle birlikte öğreticilik
·         Anlattıkları konularla öğrencilerin canını sıkan hocalar, ders verirlerken kendileri de sıkılırlar. (Rahmetli ders yapmayanları, bütün işi öğrencilerine kitap satmak olanları ya da ders yapıyorum diye kitap okuyanları akademisyen olarak görseydi ne derdi acaba? Veya bkz.: http://governanceturkiye.blogspot.com.tr/2016/08/entrikaci-tuccar-ve-ahlaksiz.html)
·         (Dünyayı ve yaşamı daha iyi kavrayabilmek için) Newton’ın yaptığı gibi sorunlara uzaktan ve yukarıdan bakabilmek.
·         Bizde sözün çok değeri kalmamıştır. (Bizde ezberler zor değişir de ondan!)
·         DÜŞÜNMEK ZORDU, DÜŞÜNMEK BÜYÜK BİR ENERJİ GEREKTİRİYORDU. (Yapılan kolaycılık, taklitçilik, ezbercilik)
·         Bizde eleştiri, deneme gibi türlerin geleneği olmadığı için herşey sisli bir perde altında kayboluyor.
·         Eski korkuları yüzünden bilim adamları renksiz kokusuz bir kalabalık haline geliyorlar.
·         Yarışa birkaç tur geriden başlayan yalın ayak bir koşucunun telaşını duyarsın. Antrenmansız bacakların yorgunluğunu duyarsın. Sen okula gitmek için kilometrelerce yol teperken, onlar taksilerle okula bırakıldılar.
·         Başkalarına çelme takarak öne geçme bilinci aşılanmadı sana. Arkadaşlarına yardım etmeyi düşündün sadece. “İnsan insanın kurdudur” demedin.
·         ÖĞRENCİ TEK BİR KİŞİ DEĞİLDİR, YÜZLERCE GÖZDÜR, KULAKTIR, BEYİNDİR. Yüreği, vicdanı ve sezgisi olan eğitmenlere ne mutlu!
·         Öğrenmek istemezlerse, bir yerden sonra (kimseye) yardım edilemez.
·         Çünkü sen de benim gibi saf bir taşralısın: Güzele ve iyiye kapalı değilsin.
·         Herkese kendini beğendirmek pek makbul değildir.
·         Şu haysiyet denen kelimeyi ne zaman öğreneceksiniz?
·         Biz ziyan olmuş bir nesle mensubuz.
·         Halbuki beyler, bilim adamı ender yetişen bir kuştur, ona özen gösterilmelidir.
·         Kendi kabiliyetlerini (yetenekli insanlarını) durmadan kaybeden milletlerin diğerleriyle aralarındaki farkı kapatmaları hiçbir zaman beklenemez.·         
Yüzyıllardır gördüklerini, dinlediklerini, öğrendiklerini yorumlamaya (düşünmeye) alışmamıştı insanlar, “bu nereden geliyor” diye merak etmemişlerdi (Özellikle de akademisyenler). 
Onları tedirgin etmeden, onlara yeni olan karşısındaki ilkel korkuyu hissettirmeden DÜŞÜNMEYE alıştırmak gerekiyordu.

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kitaplardaki İnsanlar ve Kader

Hadi biraz arabesk bir yazı olsun, uzun bir ayrılıktan sonraki ilk yazım...

İlk olarak; 
"Bulutları severmişim meğer" diyor ya Nazım Hikmet, bulutların farkında olmayanların çok da anlayamayacakları ağır mı ağır birşey söylüyor. Mavi gökyüzünün, bereketli yeryüzünün, yağmurun ve bulutların "rutin işleyişleri" ve "sıradanlığı" insanlar için eşsiz bir armağan...
İkinci olarak;
Cemil Meriç'in "tanıdığım bütün iyi insanlar kitaplardaydı" sözünü nasıl anlatsam?
Neyse ki, yeterince iyi insan da tanıdım kitapların dışında, yürek ülkemde bronz heykelleri olan.
Çok tekrarladığım o sosyal medya sözü her geçen gün kendini "mutlak bir hakikat" gibi zihin haritama kazıyor: Dünyanın nüfusu arttıkça insan sayısı azalıyor...
Üçüncü olarak;
Elimde bir kitap... Hiç ilgilenmediğim bir isimden, bir arkadaşım önermese belki de görsem dönüp bakmayacağım bir kitap... O kadar sarsıcı bir kent sosyolojisi ki... Ne sosyolojisi? Aslında psikolojisi, trajedisi, bölünmüşlüğü, cinneti... Paramparça zihinlerin, yüreklerin ve hatta bedenlerin hikayesi:
Tarık Tufan: Beni Onlara Verme
Kitap yer yer kaba bir dille yazılmış ama mekanikleşen yaşamımızın görünmeyen yüzünün fotoğrafları çok sarsıcı olarak sergilenmiş.... 
Bu kitapta mesela, "acıların röntgeni çekilmez, kan tahlillerinde görünmez acılar" gibi bir cümleyi çok sevdim.
Son olarak;
Oğuz Atay'ın Bir Bilim Adamının Romanı ve Amin Maalouf'un ÇİVİSİ ÇIKMIŞ DÜNYA adlı kitapları ilk yazacaklarım arasındaydı.,
Kısmetse onları da yazacağım...
Bu belki bir ilk deneme ve iletişim olanağı...


***
Şöyle bitsin bu yazı: Kaderin üstünde bir kader vardır...