24 Mayıs 2019 Cuma

Özgürlükten Kaçış

Erich Fromm'un Özgürlükten Kaçış kitabı, insan doğası ve sosyal sistem ilişkileri üzerine oldukça zihin açıcı.
"İnsan ne istiyor?", "Neyi arıyoruz?", "Sosyalleşmeye veya bir başkasına neden gereksinim duyarız?" "İnsan doğasının özü nedir?"

***
Üzerinde düşünülmesi gereken çok soru var. Bu soruların içinde "özgürlük ve insan ilişkisi" nasıl bir konumda? Bunu da sanıyorum büyük yığınlar hiçbir zaman düşünmezler. Özgürlük, "insan olmanın" gereği midir? Yoksa, "topluma, ötekine ve bir takım ilişkilere feda edilmesi gereken" bir vazgeçiş midir? Nedir özgürlük? 

***
Fromm'un anlatımlarına bazı yorumlar katarak insan doğası ve özgürlükle ilgili küçük değiniler sunmak istiyorum:

- "Demek ki, insanın doğal ve elinden alınamayan haklarının dışında her şey değişebilir." Thomas Jefferson 
(O halde insanlığın tarih öncesi ve sonrasıyla genel olarak üzerinde uzlaştığı fakat ortak bir uygulama geliştiremediği   biricik alan insan hakları alanıdır. İnsanın doğuştan ve sırf insan olduğu için sahip olduğu haklar.)

- İnsan, yalnız kalmaktan dehşet duyar. (Doğası/yaradılışı gereği). Ve bütün yalnızlık türleri içinde en korkuncu manevi yalnızlıktır. "İnsan hangi halde olursa olsun, ilk düşüncesi kendisiyle aynı kadere sahip olan bir arkadaş edinmektir." Honore de Balzac

- Çocuğun gelişiminde yalnızlık etkeni çok belirleyicidir. "Yalnız bırakılma olasılığı çocuğun bütün varlığını tehdit eden en ciddi tehlikedir." 
- "Kapitalizm, insanı loncanın baskıcı ve denetleyici ortamından kurtarıp ona kendi gücüne güvenip, şansını deneme olanağı vermiştir.  Bireysel çabaları kişileri başarıya ve ekonomik bağımsızlığa götürmüştür. Kişi, ekonomik ve politik bağların köleliğinden kurtulmuştur. Ancak, bu kez zayıf kalmış, yalnızlaşmış ve soyutlanmıştır. Endişeli bir varlığa dönüşmüştür."
- "İnsan yalnızlığını yenmedikçe yaşamını anlamlandıramaz." 
- "Kin ve nefret şiddetli bir tahrip etme ve yıkma arzusudur; sevgi ise şiddetli bir heyecanla benimseme ve kabul etmedir. Sevgi insan varlığını anlamlandıran tek ve en önemli duygudur..."
- "Bencilliğin kökleri insanın kendisinden hoşlanmamasıdır. Kendisinden hoşlanmayan, kendi değerini kabul etmeyen insan, kendi benliği hakkında sürekli endişe duyar. Yalnızca kendisiyle ilgilenmek, her şeyi kendisi için istemek oburluğunu göstermek zorundadır. Çünkü, güvenlik ve tatmin duygusundan yoksundur."

- "Ekonomik bunalımlar, işsizlik, savaş insanın kaderini belirlemektedir. İnsan kendi dünyasını kurmuştur; fabrikalar ve evler yapmış, arabalar ve elbiseler üretmiş, tohumlarını ve meyvelerini yetiştirmiştir. Fakat kendi eliyle kurduğu bu dünyanın efendisi olmaktan çıkmış, kölesi olmuştur. Yapmış olduğu işe 'tapınma' durumu ortaya çıkmıştır. (İş dini, miktar ideolojisi, yabancılaşma, öğrenilmiş çaresizlik, afazi vs. gibi kavramlar eşliğinde durumun trajedisi resmedilebilir.)
- "Prestij ve güç benliği besleyen faktörler olmuştur. Feurbach, Marx, Stirner, Nietzche gibi düşünürler kişinin kendi gelişmesi ve mutluluğu dışında herhangi bir amacı olmaması gerektiğini savunmuşlardır." Birey mi, toplum mu? Ben mi, biz mi? Hep tartışılır ve tartışılacaktır.

Özgürlükten kaçış mekanizmaları: Mazoşist  ve sadist eğilimler. Baskı ve itaat...
- "Mazoşist önemsizlik, güçsüzlük ve aşağılık duygularıyla kuşatılmıştır. Sürekli kendilerini suçlar ve eleştirirler. İnsanın kendine eziyet etmekten zevk alması mazoşistik bir sapkınlıktır." 
- "Sadist, başkalarını kendine tabi kılmak ister. Böylece başkalarını birer araç haline getirerek "çömlekçinin elleriyle istenilen şekle giren çamura dönüştürmek" amacındadır." 
- "Son yıllarda vicdan öneminden çok şey kaybetmiştir. Otoriter düşüncede eşitlik kavramı yoktur. Tahripkârlık, yaşanmamış hayatların ürünüdür." 
- Kendi isteklerine göre hareket eden bireyler olduğumuz yanılgısı içinde yaşayan otomatlar haline gelmişiz. Birey kendisinden neyi düşünmesi, hissetmesi ve istemesi bekleniyorsa onu düşünmekte, hissetmekte ve istemektedir."
- "Psikolojik bakımdan otomat haline gelenler biyolojik olarak canlı olmakla birlikte heyecan ve düşünce bakımından ölmüş sayılırlar. Onların yaşamı ellerinin arasından kum gibi kayıp gitmektedir. Görünüşteki hoşnutluğa ve iyimserliğe rağmen, modern insan adam akıllı mutsuzdur; gerçekte umutsuzluğun kıyısında yaşamaktadır. "Farklı" olmaya çalışarak teselli bulmaktadır. Ne istediğini, ne düşündüğünü ve ne hissettiğini bilmemektedir."

- "En önemli sorun, içtenlik (samimiyet). İçten gelen davranış, benliğin hür davranışıdır." Malcolm X'in " Ben eğitimli değilim, herhangi bir alanda da uzman değilim. Ama samimiyim ve samimiyetim benim referansımdır" sözü de sanırım çok şey anlatıyor. Yeryüzü riyakârlığın kıskacında artık ve "çok yüzlü insanlar" istila etti her türlü varoluşsal ortamı ve ilişkiyi.

- "İçinden geldiği gibi davranamamak, gerçekten düşündüğü ve hissettiği şeyleri ifade edememek ve bunun sonucu olarak başkalarına ve kendine 'sahte bir benlik' sunmak, aşağılık duygusu ve güçsüzlüğün yansımasıdır. Kendi kendimiz olamamaktan daha utanç verici bir şey yoktur; kendimize ait olanları düşünmek, hissetmek ve söylemekten daha büyük bir gurur ve mutluluk verecek hiçbir şey de
yoktur."

"Demokrasi, bireyin tam gelişimi için gereken ekonomik, politik ve kültürel koşulları oluşturan bir sistemdir. Demokrasi dışı sistemler, bireyciliği engeller..." 




16 Mayıs 2019 Perşembe

Albert Camus: İnsan ve Umut

"Var olma" sorunu ve sorusunu açıklama, ilahi dinlerin temel amacı olduğu gibi felsefenin de temel ilgi alanı olmuştur. Albert
Camus'nun Denemeler kitabının önsözü Camus'yu "umutsuzluğun yazarı" olarak tanımladıktan sonra şunları söylüyor:
"İnsan da, yaşam da boşunadır ama yine de yaşamak gerekir. İnsan kaderini sevmelidir. İnsan az bir şey, ama yine de çok şeydir." Filozofların çoğunun temel amacı "ölümü açıklamak ve insanlara kabullendirmek" olarak kabul edilir. Sokrates'ten Montaigne'e bunu görmek olanaklıdır. Denemeler'de de "insanın ölmek zorunda olması" kabul edilebilir bir şey olarak ele alınmıyor. Ancak, ölüm karşısında insanın yaşamı seçmesi gerekir. İnsan her şeyi kaybetmeli ki, her şeyi kazanabilsin. İnsan yiğitçe ve sevgi dolu olarak yaşamalı ki, yaşamını anlamlandırabilsin.
"Salt maddecilik diye bir şey olamaz. Maddeden başka bir şey daha var. Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimizde bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz." Umutsuzluk içinde umut olmadığı sürece yaşamın anlamı kaybolur gider. Ne olursa olsun umudu korumak gerekir. 

***
Gerçek sanatçılar hiçbir şeyi küçük görmezler; yargılamaya değil anlamaya çalışırlar. Sanatçı tarihi yapanların emrine giremez. Sanatçının koruması gereken iki önemli şey vardır: Gerçek ve özgürlük. Sanatçı yalana hizmet edemez ve insanın insanı ezmesine göz yumamaz.

***
Saint-Exupery, ölmeden önce "çağımdan tiksiniyorum" derken, insanları en güzel yanlarıyla sevmiş olan bir insanın çığlıklarını duyuruyordu. Yine de bu çağ bizim çağımızdır ve insanlardan tiksinerek yaşayamayız. Evet sefalet, yalan, kokuşmuşluk yeryüzünü sarmış. Biz yine de en yüce insanlık değerleri için yaşayacağız. Mesela, dostluk bir değerdir. Ama dostluk öldürüldü.
Bilgisizliğimizi bildik mi, yobazlığımızı attık mı, insanın hırslarını sınırlandırdık mı, insana ve varlığa dair güzelliği bulduk mu işte o zaman bütün çağların bilgeleriyle aynı yerde buluştuk demektir.

***
Napolyon, Fontanas'a "Dünyada en sevdiğim şey, sadece kuvvetle hiçbir şeyin çözülemiyor olmasıdır. İki şey dünyaya hükmeder: Kılıç ve düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir." Demek, fatihler de kederleniyor zaman zaman. Neyi istemeliyiz? Aklın hizmetine girmeyen kuvvete hiçbir zaman destek olmamayı. İlk işimiz umutsuzluğa düşmemektir. Dünyanın sonu geldi diye bağıranlara kulak vermeyelim. Trajik bir devirde olduğumuz doğrudur. Fakat, umutlu olmak için çok sebep vardır. Dünyada kötülüğü ve sefaleti çoğaltmaya katkı sunmamak; iyiliği ve mutluluğu artırmaya çalışmak da bir erdemdir ve hem aklın hem de vicdanın gereğidir. 

***
Son yıllarda dünya genelinde çok insan öldürüldü. Dediklerine göre daha da öldürülecek. Bu kadar ölüm havayı ağırlaştırıyor. Yeni bir şey değil bu! Bilinen tarih, oldum olası büyük katillerin tarihidir. Kabil Habil'i bugün öldürmüş değilki. Bugün de Kabil Habil'i öldürüyor ve kendini haklı çıkararak şeref madalyası istiyor. İnsan öldürmenin bir doktrin olduğu ve kurumsallaştığı bir uygarlıkta cellatların memur kadrolarında olması doğal değil mi? Am bu cellatların balta yerine ellerinde kalem kağıt bulunuyor. Ölüm bir istatistik vakaya dönüştü mü, dünya işleri iyi gitmiyor demektir. Bir insanın yaşamını bir ideolojiye kul köle etmek, onun ölü olmasını istemekten farksızdır.

Karşılıklı konuşma olmayan yerde yaşam da yoktur. Ne yazık ki bugün karşılıklı konuşmanın yerini polemik almış durumdadır. Peki ama polemik nasıl bir makinedir, nasıl işler? Karşındakine düşman gibi bakacaksın, onu basitleştirece, hiçe sayacaksın, yani görmek bile istemeyeceksin. 

***
En büyük fetih, insanın kendini aşmasıdır. Akıl ve zeka bedenle birlikte ölecektir. Ama bilgi ve eser yaşayacaktır. 
Ütopya gerçekle çekişme halinde olan şeydir. Ama gerçeğin sıkıntıları için çıkış yolları gösterir. 
İyi denebilecek hiçbir siyasal rejim yoktur belki de. Ama demokrasi bu rejimlerin en az kötü olanıdır. Demokrat, rakibinin haklı olabileceğini kabul eden kişidir. Onu serbestçe konuşturur ve söyledikleri üzerinde düşünmekten kaçmaz. Fransa (o dönemin Fransası) bu konuda iyi bir konumda değildir. 

***
Hayatın herkes için özgür ve adil olması hepimizin isteyeceği birşeydir. 
Gün doğarken öldürülen yüzbinlerce insan, toprağı duman duman bir Avrupa, milyonlarca ceset, hepsi aynı Avrupa'nın çocukları. Bütün bunlarla ne kazandık?