Bir ara Heinrich Böll'ün Frankfurt Konferansları isimli çok eski basım bir kitabı elime geçti. Almanya'nın ve Almanların dramını anlatan; milletleri
yücelten ve çökerten durumları tutarlı bir biçimde ortaya koyan bir kitaptı bu. Almanya'nın Weimar Cumhuriyeti dağıldıktan sonra faşizme teslim olduğu 1933-1945 yılları için "Almanlar kültürleri zedelenmiş bir millet" betimlemesi yapıyor kitap. Almanlar ne yaptı ki, kültürleri zedelendi? Faşizmi iliklerine kadar yaşadılar, onlarca milyon insanın ölümüne neden oldular da ondan. "Zedelenmemiş ve hasar görmemiş kültür" yaşamdan yanadır. Cehalet ise ölümden yana... Almanlar bu dönemde otomata dönüştü; birşey tasavvur edemediler, düşünemediler. Yalnızca yukarıdan gelen emirlere teslim olan robotlara dönüştüler. Oysa, "birşey tasavvur edebilmek (hayal edebilmek, tanımlayabilmek, tasarlayabilmek), kültürlü olmanın en yüksek düzeyidir" diyor Böll. Haksız da sayılmaz.
Kitlesel yıkımlar ve acılar düşünceyi öldürür. Düşünce öldüğünde kültür ölür, insan ölür. Yıkımdır bu!
Ve bu durumu Adorno çok yakıcı bir biçimde ifade ediyor: "Auschwitz'den sonra artık şiir yazılamaz." Daha da ileri gidiyor ve "Auschwitz'den sonra insan artık nefes alamaz, yiyemez, sevemez, okuyamaz" diyor.
Auschwitz nedir peki? Nazi zulmünün zirve yaptığı toplama ve soykırım kampı. Şu anda Polonya'da bulunuyor. Soykırım müzesi olarak bütün dünyanın ziyaretine açık. Almanya'da yüksek lisans yaparken Polonyalı bir arkadaşımın daveti üzerine Auschwitz'i görme olanağı bulmuştum. Orada yaşananlar ve yaşatılanlar insanlığın en büyük ve unutulmaz utançları olarak tarihe kazındı. Weimar'ı ziyaret ettiğimde de ilginç bir anekdot anlatmışlardı. Savaş sonrası Almanya'yı işgal eden Amerikalıların bir subayı Weimarlı bir vatandaşa soruyor: "Burada bu kadar zulüm olurken neden hiç müdahale etmediniz." Vatandaş diyor ki, "Bizim bunlardan haberimiz yoktu...." Bunun üzerine Amerikalı subay, "Ben on bin kilometre uzaklıktan duydum da siz nasıl 60 kilometre uzaklıktaki bu kıyımı duymadınız?"
Auschwitz'in kapısında ne yazıyordu? Şindler'in Listesi filmi gibi birçok filmde hafızalara kazınan o ünlü slogan: "Çalışmak, özgürleştirir. (Arbeit macht frei!)" O dönemin toplama kampı sorumluları insanları öldürerek özgürleştiriyorlardı!
Peki gerçekten Auschwitz'den sonra "şiir yazılamadı" mı? İnsanlar "nefes alamadı" mı? Daha da ötesi "yiyip içemedi, nefes alamadı, okuyamadı" mı? Adorno haklıydı; bu öylesine bir acıydı ki, insanın bütün duygularını kilitliyor ve insanın "ne kadar kötü olabileceğini, kötülüğün zirvesini" gösteriyordu.
Ama ne oldu?
Herkes unuttu Auschwitz'i. Çünkü, dünya kapitalizme ve gündelik zevklere yenik düştü. "Çalışmak özgürleştirir" zalimliğinin yerini "tüketim özgürleştirir" zalimliği aldı ve insanlar başkalarının acılarına karşı tüketim kültürü sayesinde duyarsızlaştı. Tüketim kültürü adeta insanlığı uyuşturdu.
Oysa "İnsanı insan yapan onun dili, sevgisi ve de birbirlerine olan bağlılığıdır ve bu unsurlar insanı kendisiyle, başkalarıyla ve Tanrı'yla ilişkilendirir" diyordu Böll. İnsanın tarihsel dramı günümüzde o ünlü ifadeyle "post truth" bir drama dönüştü. Yaşamıyor, ama yaşıyor zannediyor. Düşünmüyor, ama düşünüyor zannediyor. Vicdansız, ama vicdanlı olduğunu zannediyor. İki yüzlü ve hatta çok yüzlü, ama son derece dürüst görünüyor. Son derece bencil, ama özverili ve empati düşkünü rolünü muazzam oynuyor. Kötülüğün en profesyonelini yapıyor, ama muazzam mazlum rolü oynuyor. Otomata dönüşmüş, ama beyin taşıdığına inanıyor. İnsanlığı terk edeli çok olmuş, ama insan rolünü mükemmel oynuyor. İnsanların arttığı, insanlığın gittikçe tükendiği çağı düşünebilenler iliklerine kadar yaşıyor.
Beyaz Köpek Balığı Derili Takım Elbiseli Adam isimli romanda Kral Faruk ve Nasır dönemi Mısır'ı ve Ortadoğu'da yaşanan acılar yürek burkucu bir biçimde anlatılıyor. Limon Ağacı isimli roman ise gerçek olaylara dayanan sarsıcı bir Filistin dramıdır. Tarihe tanıklık ediyormuş gibi yaşıyor insanlar, ancak sinemada bir film seyreder gibi. Bütün gerçeklikler insanlar için artık bir film, kurgusal bir roman, popüler bir roman. "Tüketiyorum o halde varım" felsefesi her şeyi anlık tüketen insanları anlatıyor. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Ancak bunlar ötekiler için "anlık hayretler, anlık şaşırmacalar, anlık hüzünler, anlık empatiler, anlık insanlaşmalar vs..."
Artık fikri sabit haline gelmiş kanaatim:
Yeryüzünde şaşıracak hiçbir şey yok aslında. Kadim kültürümüz bize ne öğretmişti? "İnsan nisyan ile malüldür."
Yeryüzünde şaşıracak hiçbir şey yok aslında. Kadim kültürümüz bize ne öğretmişti? "İnsan nisyan ile malüldür."
İnsan, unutur!
Ve yine kutsal kitabımız ne diyor?
"İnsan zalim ve cahildir."
Bütün dünya, bütün coğrafyalar üç aşağı beş yukarı benzeri yıkımları yaşar. Yaşayanlar, yaşadıklarıyla kalır. Ötekiler izler.
Ve hayat devam eder...